16 Nisan 2007 Pazartesi

Bugün

Ben doğdum bugün! O kadar!
Zaten daha ne olsun, kendime ve beni sevenlere teşekkür ederim :)

Etiketler:

2 Yorum:

17 Nisan, 2007 09:52

Biz teşekkür ederiz efenim.

diyor Blogger skoer...  
05 Ağustos, 2008 09:16

hayatta enteresan tesadüfler var ya hala çok şaşıyorum bunlara.

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

10 Aralık 2006 Pazar

Ya...

Hep yazıcam, unutuyorum.

1 Yorum:

20 Şubat, 2007 00:51

unutma. dayak yersin.

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa

18 Kasım 2006 Cumartesi

High

İyi müzik nedir? Benim için beni uçuran, kafamı açandır, evet budur.

(Şimdi bu tanımın aşırı basitliği ve saflığı konusunda da bi şeyler demek isterim aslında. Her ruh halinin, her ihtiyacın karşılığı farklıdır. Şu A ruh halimle B benim ihtiyacımı karşılıyor, C ise kafamı yoruyor olabilir; yine de D ruh halinde C müziği keyfimi yerine getirebilir, karşıladığı ihtiyaç, ifade ettikleri başka şeylerdir çünkü. Ha şimdi bi de diyelim Z müziği var her şekilde kafamı şişiriyor - ve fakat yılda bir duyduğum bi noktada eğlendirip bende göbek atma isteği uyandırıyor olabilir. Bu durumda B ile C'ye derim ama durup da Z'ye iyi müzik demem ben. İşte bu noktada tanımın aşırı kapsamlılığına "eksik" diyebiliriz bakın - ona diyecek sözüm yok. Yine de kimin "high" tanımını nasıl yaptığına bakar bu eksiklik - sonuçta benim "iyi müzik" tanımım tamamen "uçma"yı nasıl algıladığımla doğrudan ilişkili.)

(Bulamadım galiba kendim dışında hiçbi şeye çözüm/açıklama ya. Ama iyi denemeydi işte.)

2 Yorum:

18 Kasım, 2006 21:18

İpekçim içimden bir ses parantez içlerinde yaşadığını söylüyor. Öz'ü bulsan da hayat için "kolay gelsin"ler diliyorum sana.

diyor Anonymous Adsız...  
10 Aralık, 2006 23:06

pink floyd u dene bi. beni uçuruyoda sende nasıl etki yapar bilmiyorum

diyor Blogger ashkar...  

<< Anasayfa

12 Kasım 2006 Pazar

Şarap

Dün bir şarap içtim hayatım değişmedi ama çok iyiydi, fazla iyiydi hatta. Bi an korktum bugünkü şarabın tadının ilk burukluğundan dayanamam içmeye diye. Dayanırmışım. Şarabın kafa açan yönünü çok özlemişim. Konuşurken, konudan konuya atlarken her cümleyi kendimin unutulmuş yönlerine ve sessizleşmiş karakteristiklerime köprüler olarak kuruvermişim. Mis. Teşekkürler Innuendo. ("Niye ki ama?" demiyoruz, sevgi doluyuz, "içelim güzelleşelim"iz, "ben"iz)

1 Yorum:

12 Kasım, 2006 01:26

insanları, konuşmaya, ifade etmeye ve içtenliğe yönlendiren bir ittirgeçtir şarap sanırım.

hatırlayınız: ankara'da bir salon, geçmişteki uzaklıklardan bahseden iki kadın, birkaç şişe şarap, sonunda gündoğumu ve şimdiyse mutlulukla, özlemle hatırlanan bir o gün...

diyor Blogger divina...  

<< Anasayfa

25 Ekim 2006 Çarşamba

Innuendo

"You can be anything you want to be
Just turn yourself into anything you think that you could ever be...
Be free with your tempo. Be free! Be free!
Surrender your ego, be free be free to yourself"

(Madem ki cümleleri adam gibi toparlamayı unutmuşuz, o zaman biz de kendimizi çoktan yazılmış sözlerde buluruz.)

1 Yorum:

31 Ekim, 2006 08:29

Bu birdenbire gelen Queen sevdasının ikimizi de aynı anda sarmasını last.fm'e mi bağlamalıyım yoksa sadece kozmik güçlere mi?

Ya, ben de fena unuttum yazı yazmayı.

diyor Blogger Mine...  

<< Anasayfa

Alo Alo?

Bir blog vardıııı
Canı sıkılaaaan
Canı sıkılaaan
Ohh Jim geldiii
Sıkıntı bittiii!

5 Yorum:

25 Ekim, 2006 01:19

hoşgeldiiiim

diyor Blogger İpek...  
25 Ekim, 2006 01:19

ben de ben de
ve asıl zaten ben hoşgeldim

diyor Anonymous Adsız...  
30 Ekim, 2006 12:00

Hoşgeldin.

diyor Blogger orkan...  
31 Ekim, 2006 08:26

Ben sana sırılsıklam aşığım! Seni çok özlüyorum. Hoşgeldin.

diyor Blogger Mine...  
07 Kasım, 2006 20:23

ben de, ben de...

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

Because

The Beatles ne çok kestirme yol öğretti bana; trafikte kalmadığım anlar, harcamadığım zamanlar için günlük konuşmalarda sessiz kaldım, kalakaldım. (Dramatik değil aslında "kıçımla gülüyor" olmaktan öylesine "eminsiz"im ki...)


"Love is all, love is you... Love is old, love is new"
(Demode olmadım ama içimden bir his "bugün"de de olmadığımı söylüyor. Oysa ben eminim "şu an"da olduğumdan.)

"Hayırlısı" kadar öz. (Çok "ne demek istediğini anlatmaya uğraşmaz" oldu ama... Tevekkül.)
(Bi de ben sinir olurum böyle ukala, önceden kendi söylediklerine gönderme yapanlara. Ama yaptım. Yine olsa yaparım. Tembellik.)

0 Yorum:

<< Anasayfa

13 Haziran 2006 Salı

Hayat ne tuhaf, İstanbul filan...

5 Yorum:

13 Haziran, 2006 08:01

Hasstasıyım!

diyor Anonymous Adsız...  
13 Haziran, 2006 08:19

efsane geri mi donuyor ne?

diyor Blogger skoer...  
21 Temmuz, 2006 19:02

dagilin kardesim yok geri donus falan. nereden uyduruyorsunuz boyle seyleri, tovbe tovbe...

diyor Blogger skoer...  
21 Temmuz, 2006 19:20

ha ha.
avatarlara bak.
her yorum baska avatar kampanyasi

diyor Blogger skoer...  
25 Temmuz, 2006 16:40

ben de boyle kendi kendine konusuyormus olayim. belki zalambodont gelir. bi de o rahatsizdir diye demiyorum.

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

7 Mayıs 2006 Pazar

Samsun 216

Budur! Evet.

1 Yorum:

31 Mayıs, 2006 11:11

217

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

27 Nisan 2006 Perşembe

Ninja Tune'dan babam çıksa dinlerim. Budur.

3 Yorum:

27 Nisan, 2006 16:03

yine ne cikmis ki ne?

diyor Blogger skoer...  
02 Mayıs, 2006 14:09

baba konusunda emin misin?
yani ne bileyim, rejim falan...
babanın MaşaAllahı var da.

diyor Anonymous Adsız...  
06 Mayıs, 2006 11:01

Hahah,aynen katılıyorum bu cümleye :)

diyor Blogger Sunthing Special...  

<< Anasayfa

20 Nisan 2006 Perşembe

Vuu

Dün öğrendim ki insan arabasından sıkılınca pencereyi açıp dışarı anahtarı sallaması yetermiş. Vay be.

3 Yorum:

20 Nisan, 2006 21:47

tabi burda dikkat edilecek husus şu:
arabanın anahtarını sallamamakta fayda var, arabanın anahtarı yerine bünyede bulunan başka bir anahtarı sallamak mantıklı.

neme lazım, araba hareket halindeyken anahtarı kontaktan çekip çıkarınca bunun direksiyon kilidi var, freni var, hidroliği var, kliması motoru var di mi?
evet.

diyor Anonymous Adsız...  
21 Nisan, 2006 08:46

n'oluyor yahu?

diyor Blogger Mine...  
21 Nisan, 2006 12:05

birsey mine, hepsi gecti. korkma.

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

10 Nisan 2006 Pazartesi

Eren Kazım Akay (2.5)

Mine "Niye bu kadar takıksın Eren Kazım'a?" diye sordu. Cevap da bikaç saniye içinde parladı, ilk kez bu kadar açık parladı hem de:

İyi müzisyen, modern halk ozanı falan filan.
Ve ben Eren Kazım'ın "ben" derken, "biz" derken yaptığı vurguya hastayım. 1. tekil ve 1. çoğul şahıs cümlelerine, anlatımına vurgunum.


Ben bu adamın "Ben"ini seviyorum ya.

2 Yorum:

25 Nisan, 2006 20:28

dun; sayenizde eren abinin albumunu edindik.
bugun; dinliyoruz.
yarin; sahsi fikirlerimizi beyan edecegiz.

diyor Blogger skoer...  
17 Mayıs, 2007 16:09

eren kazım akay'a ben de "takık"ım...
benim için geçerli olan neden de "ah!" deyişi sanırım :)

diyor Blogger sherlotte holmes...  

<< Anasayfa

3 Nisan 2006 Pazartesi

m

Çok, çok çok güzel saçmalayasım var. Ama yalnız saçmalamak olmuyor ki - katılımcı gerek.

13 Yorum:

03 Nisan, 2006 05:06

Ben varım!

diyor Anonymous Adsız...  
03 Nisan, 2006 05:07

Yetmez!

diyor Blogger İpek...  
03 Nisan, 2006 05:08

Hem 1 olacaz demiştik. Ne öyle kendi başına çıkıntılık yapmalar. Ayıp oluyor hayatım.

diyor Blogger İpek...  
03 Nisan, 2006 05:09

İpekçiğim için kurumuş ne yapayım. Şöyle bir temiz hava alayım, eve yemek getireyim diye çıkmıştım sadece

diyor Anonymous Adsız...  
03 Nisan, 2006 05:10

Hım.

diyor Anonymous Adsız...  
03 Nisan, 2006 10:13

ney?

diyor Blogger orkan...  
03 Nisan, 2006 11:05

flut?

diyor Blogger skoer...  
04 Nisan, 2006 01:09

Gerçi ben her şekilde pianoyu tercih ederdim ama... Madem üflemeli takılıyoruz klarnet olsun arkadaş.

(Aslında "üflemeli"den yola çıkılarak gidilebilecek çok yol vardı ama sapakları karıştırıp kaybolma korkusuyla bildiğim yoldan gitmeyi seçtim. Güneş altında sıkıcı yolculuk.)

diyor Blogger İpek...  
04 Nisan, 2006 01:10

O değil de...

... bisikletlere atlayıp çayırlara pikniğe gitsek ne güzel olurdu.

diyor Anonymous Adsız...  
04 Nisan, 2006 02:37

piknik sepetli bisikletimi aldım geldim. sofrayı kurduysanız örtüyü ateşe atıyorum. bakkallar hazır mı, uzansınlar ateşin üzerine.

diyor Blogger erdem dilbaz...  
05 Nisan, 2006 08:33

Oleey. Hep beraber büllüğüm altın kafeste türküsünü söyleriz.

xuqaudmd

diyor Anonymous Adsız...  
05 Nisan, 2006 08:39

You say you've got everything you want
And your bird can sing...

diyor Blogger İpek...  
05 Nisan, 2006 08:39

But you don't get me.

You don't get
ME.

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa

1

Zaten ara ara görüşüyorduk ama özellikle şu son 1 hafta içerisinde zaman bulabildikçe oturup ayrılığımızı ve zorluklarını konuştuk ciddi ciddi. Ve birlikte bir karar verdik: Yakın zamanda Jim'le tümevarmayı planlıyoruz.

2 Yorum:

03 Nisan, 2006 05:11

Holeey

diyor Anonymous Adsız...  
03 Nisan, 2006 10:59

jim sevindigine gore iyi birsey olsa gerek bu tumevarim denen sey.

ya da holeey bir uzunce unlemi mi?

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

28 Mart 2006 Salı

Güneş

Daha sadece 1 hafta önce öğrendim 29 Mart'ta Güneş tutulması olacağını. Heves ettim gideyim diye, ayırttım uçak ve otobüs biletlerimi, başladım tutulmayı çevreleyen 2 sınavıma çalışmaya. Olmadı, zamanlama zorlukları ve biletlerin ayrılma sürelerinin dolmasıyla suya düştü plan. Olsun.

Yalnız garip şeyler oluyor: Heyecanlanıyorum. Evet evet çok heyecanlıyım - normalde görmüş olmaktan fazlasını önemsemeyeceğim bir konuya anlamlar yüklüyorum, onlar da beni yüklüyor. Sinsi sinsi artıyor enerjim zaman yaklaştıkça. (Aslanlarla paylaştığım) Besin kaynağım Güneşim (ve mimi "ay"cık) koçlar şerefine buluşuyor. ("Gurur romantizmi" diye de bi şey yarattım kendime bakıp - eve tevet, cuk oturdu.)
(Eaa... Durum böyle olunca 1. tekil şahsın dili domine etmesini önemsememek gerek elbet.)

2 Yorum:

29 Mart, 2006 02:57

Sen böyle konuştukça yıldızların hepsini alıp bir torbaya koyup çöpe atasım geliyor.

Rüyamda güneş önce aya dönüşüyor, sonra patlıyordu zaten. Demek etkiliyormuş. Oo. Evet.

diyor Blogger Mine...  
29 Mart, 2006 03:28

Şimdi tekrar okudum da - ne komik, "gurur romantizmi" demişim. Güneş(aslan)-ay(yengeç)-Koç 3'lüsünden gurur romantizmi kadar belirgin başka ne çıkabilir ki zaten...

Ayrıca - evet etkiliyor bebek. Ohh yess!

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

27 Mart 2006 Pazartesi

Takoz

Yeni nesil cep telefonları arasında takoz niyetine kullanılabilecek modellerin hala üretiliyor olması beni nasıl mutlu ediyor anlatamam. Çek resmi, git internete, sinirlen fırlat, ayrışan parçaları birleştir - çalışıyor! - çek resmi, gir nete, sakarlıkla cebinden düşür, ayrışan parçaları tekrar birleştir - çalışıyor! - çek resmi, gi... 2 hafta boyunca trip atan "9" tuşu da çalışıyor, bağlantı çıkıntılarının çoğu kırılmış olan arka kapak da inatla duruyor yerinde. Ayrıntıları bulanıklaştırsa da kamerası bile çalışıyor. Stres topu gibi bi şey bu yeni nesil takozlar.

1 Yorum:

27 Mart, 2006 21:58

O sizin güzelliğiniz :D

diyor Blogger orkan...  

<< Anasayfa

20 Mart 2006 Pazartesi

Günün Şarkısı

Özellikle radyo dinleyenlerin bildiğinden, hatta her çalındığında farkında olmadan eşlik ettiklerinden eminim. Veee günün şarkısı:

"Tahsildaroğlu
(dırınırıdıınıı)
Tasilda roğlu
Benim peynirim!
Güvenle alır,
Lezzetle yerim!

Tahsilda roğlu (x2)
Hem güvenli hem
Lezzetli seçim!"

3 Yorum:

20 Mart, 2006 09:30

Bunun

Tasilda roğlu
Benim peynirim!
Hem hedehödö hem
Öyleböyle yerim!"

gibi yarım yamalak hatırladığım bir versiyonu da var.

diyor Blogger orkan...  
20 Mart, 2006 09:38

Gerekli eklemeyi hatırlayıp yaptım. Ah bu nasıl akla kazınmak böyle...

diyor Blogger İpek...  
25 Mart, 2006 21:56

ben balerina cif jingle'ını hatırlıyorum hala. huh!

diyor Blogger divina...  

<< Anasayfa

19 Mart 2006 Pazar

Ich komme davon

Einstürzende Neubauten boş durmuyor, takipçileri için yeni haberleri oluyor hep. Bu sefer de yeni (destekçilere özel) albümlerinin ucundan göstererek çektiler ilgimizi. Seviyorum bu adamları - yenilik, yarattıkları tarzda; şarkılar arası fark müziksel olarak incecik de olsa bir klima olarak ayarlanabilir derece aralığı yeterince geniş.

Her neyse Dimond'un ilk şarkısı "Ich komme davon". Bildiğimiz normal rock şarkısı formatına (ve süresine) en yaklaşan olmuş sanırım - elbet Neubauten havasından ("soundundan" diyeceğimi sandınız değil mi - haha - ben de sandım bir an) ödün vermeden. Saran bir bas gerilimi (Ne diyorum? Anlatabiliyor muyum?) ve bu gerilimin aktıp gittiği yaylılar... Birr de Blixa'nın, yeni popçu ablaların çıkarmayı çok sevdiği o gırtlak sesiyle, bir "haeae-hææ" deyişi var kii... Hastası olmamak elde değil. Yalnız bunlar destekçi olmanın getirdiği güzellikler...
... diyor, ilgilenenler için linki veriyorum:

http://supporter.neubauten.org/

2 Yorum:

28 Mart, 2006 15:40

Ich komme davon... yeni albümün ucundan göstermek değil de, sadece destekçilerine özel yayınlayacakları albümün dışında yine sadece destekçilere özel bir "kıyak" olacak olan ve ortalama 12 ay sürmesi planlanan kayıtların her ayına birer "jewel" serpiştirerek proje dönemi sonucunda ortaya çıkacak "the jewel album"ün ilk ışıltısı diyebiliriz.. hmm evet böyle deriz! ;)

diyor Anonymous Adsız...  
29 Mart, 2006 23:59

Heyo, bilgi için teşekkürler. Ben albüm konusunu biraz karıştırmışım galiba. Ya da okuma kısmını geçip hemen indirmeye davranmış da olabilirim :)

Zaten çok kıyak adamlar ya.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

17 Mart 2006 Cuma

Blogger

Forbidden

You don't have permission to access / on this server.

Mnskym. Geçen hafta başkalarına olduğu gibi bu hafta da benim çok sevgili blogum dün geceden beri erişilemez durumdaydı. Bu adamların yaptığı işe kolum girsin. Elbette adamların işi zor - eminim bu sorunu halletmek için çok çalışmışlardır. Kafam girsin. Fakat yine de Google'dan bize uzanan her hizmet gibi kısa sürede halletmelerini beklerdim. Bacağım girsin. Neyse artık - umalım ki bir daha olmasın. #!*?#!

Adamın asabını bozuyorlar vallahi.
Neyse...

2 Yorum:

18 Mart, 2006 10:08

ben de bu aralar "kendi yerime mi tasinsam" diyordum. soyle denize nazir bir arsam varken hazir.

diyor Blogger skoer...  
18 Mart, 2006 18:16

Ooo arsa varsa zaten taşınmak gerek gerçekten de. Yalnız önce şööyle güzel, bahçeli bir ev yaptırmalı - hazır blogger sınırlamalarından da kurtulmuşken.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

16 Mart 2006 Perşembe

last fm

Sevsem mi sevmesem mi bilemedim. Bizim winamp'ın (sahiplendim hemen canım benim) "music library"si var - o da aynı işi görüyordu hani. Msn'nin de "ne dinldiğimi göster" özelliğine alışmam zaman almıştı da sonradan ruh halimin anlaşılmasını kolaştırdığına karar verip sevmiştim. (Bi de ne zaman arşivimden bir albümü düzenleyip adam etsem - hem bozukluk olmadığını kontrol etmek hem de elimdeki albümleri sonradan unutup kaçırmamak için dinlerim hep. Adam etmenin verdiği keyifle sergilemek de hoşuma gidiyor elbet biraz biraz.)

Neyse... Aylaar önce Evren "Ayın müzisyeni yazalım" demişti - last fm işine ısınırsam hayata geçireceğim. (Bunun bir Beatles bloguna dönüşmesinden de korkmuyor değilim aslında.)

1 Yorum:

14 Aralık, 2006 15:42

Kararım verdim. Kesin kararım budur: Seviyorum, hastasıyım.
Çok çalışıyor adamlar, nasıl sevmeyelim :)

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

15 Mart 2006 Çarşamba

mmm

Azıcık yanan kaloriferli evimizde, bir dağ başında - donuyoruuum. Böyle eksiklik hayalleri kurmayalı çok olmuş - hemen kuralım...
Şimdi öğleden sonra güneşinin altında, sessiz sıcak bir şehirde, deniz kenarında uzanmak vardı...
(Yok tabi - hayal işte.)

0 Yorum:

<< Anasayfa

14 Mart 2006 Salı

sığ

Kendi zamanında yenilik yaratmış, bugünün anlayışı için temelleri atmış düşüncelere artık doğru olmadıkları için "gerizekalı" demek ne kadar zekice olabilir?

4 Yorum:

14 Mart, 2006 02:46

Bugün sahip olduğumuz düşüncelere "asıl doğru budur" demek kadar.

Bir de insanın kendisine bakıp "ay eskiden ne kadar aptalmışım" demesi var, aynı derecede boş...

diyor Blogger Mine...  
14 Mart, 2006 11:53

Zaten travmatik felsefe ödevim "What is truth?" ile boğuşurken gelip de burada "doğru" sözcüğünü kullanmak ne kadar zekice olabilir ki?

diyor Blogger İpek...  
15 Mart, 2006 06:02

Bu arada açıkçası çok merak ettim bu "sığ" yazısını yazdıranın ne olduğunu.

Felsefe ödevi konusu da bana, düşünmeye üşenmiş bir hocanın kafasından çıkmış gibi geldi, daha heyecan verici ve fikir tetikleyici bir sürü konu olabilecekken gidip en geniş, en geyik konuyu seçmek... (Şimdi lütfen konuyu seçen bendim deme, göt olmayayım.)

diyor Blogger Mine...  
15 Mart, 2006 12:50

Yazdıran benim - birilerine sinir olmuş da sormuş gibi duruyorum galiba. Kendime eleştirimsi bir soru işte...

Yok ama hocanın sorusu o kadar geniş boş değildi merak etme - ama bu sorunun etrafında dönüyordu. Ha ben yine de seçmezdim o başka :-)

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

6 Mart 2006 Pazartesi

Nesil

Dün bir konuşma arasında farkettim: Artık karşı cinsle tanışmalarda ilişkinin geleceği için belirleyici unsur "Telefonunu aldın mı?" değil de "Msn adresini aldın mı?"
Aslında farkettiğim bu değildi. Şuydu:
Eskiden "telefonunu almak" diye bir şey varmış - haha. (Hala var galiba. Hahaha.)

Bugün 70 yaşında, canı istediği bir iş ile uğraşıp (boş dur-a-mayan), kendi e-mail adresini alan ve hatta bu uğraşı geliştirmek için yapılmış bir internet sitesine sahip "nine"ler var. Ben de (yaşarsam) 50 sene sonra o günün teknolojisinde böyle bir nine olmak istiyorum işte.

(Bi de sadece msn'yi değil, cep telefonunu bile reddeden denyolar var. Ben o denyoları da çok seviyorum :-))

5 Yorum:

06 Mart, 2006 15:00

var öyleleri valla...
ama emin ol ben onları daha çok seviyorum :-)

diyor Blogger divadeiwob...  
06 Mart, 2006 15:25

Bu konuda gerekli cevabı 72 yaşına gelip de yeni model telefonların nasıl kullanıldığını bana sorduğunda vereceğim :-)

diyor Blogger İpek...  
07 Mart, 2006 15:58

Sizler 72yi garantilediniz yani?

diyor Blogger orkan...  
07 Mart, 2006 16:28

Yazdığımı editleyememekten muzdaribim, neyse diyeceğim şudur:

Bizim yaşımızdakilerin "biz sizin yaşınızdayken evde tv yoktu, telefon yoktu, ot yoktu bok yoktu" şeklinde dinlediklerini biz sanırım "cep telefonu yoktu, bilgisayar yoktu" şeklinde aktaracağız.

Bir ayrıntı daha vermek isterim, bunu 2-3 sene kadar önce Amerika'daki sevgili arkadaşım Fuat'tan duymuştum. İnsanlar birbirinden telefon numarası, msn, icq vs istemek yerine "Do you have a webpage or blog?" gibi bir yaklaşım içindelermiş.

diyor Blogger orkan...  
07 Mart, 2006 21:06

Bilmiyorum Orkancım ya - ben bilgisayar ve cep telefonunun olmadığı zamanları hatırlamıyorum artık. Hem "Bizim zamanımızda böyle kolaylıklar yoktu" demek yerine "Biz bunların gelişimine şahit olduk" yaklaşımı daha eğlenceli olmaz mı?
"Bir zamanlar amiga diye bir şey vardı. Siz yetişemediniz tabi hehe" gibi :)

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

3 Mart 2006 Cuma

Tevekkül

Kafamdaki düşünceler, görüntüler, anlık fikirler, çağrışımlar aşıyor bazen beni. (Şimdiden anlaşılmazlığı ve kavram kargaşasını önlemek için bu duruma örnek verelim: Rüya) Onları paylaşmak istiyorum. Yalnız başına değil - birileriyle paylaşıp beraber kapılmak istiyorum aklımdakilere. O zamanlarda elimden gelen en iyi, en ayrıntılı şekilde anlatmaya çalışıyorum kendimi. Sonra... Anlaşılmayı beklemek kalıyor. Aslında birinci tekil şahıs kullanımına kanmamak gerek, hepimiz tevekkülle iletişiyoruz ister istemez.

0 Yorum:

<< Anasayfa

Aysel Gürel

Çiftliye benziyor bu kadın - her yönüyle. Bakmak bile kafa yapıyor insanı.

0 Yorum:

<< Anasayfa

1 Mart 2006 Çarşamba

Çağrışım

Dudley Moore... Bütün pazar sabahını bu adı bulmaya çalışarak geçirdim - hatta yetmedi çevremdekileri de seferber ettim.

"Chris de Burgh'ün saçları kabarık, dalgalı ve biraz daha uzun olanı. Kısa boylu 80'ler romantik komedi oyuncusu."
Bu tanım ile bir üst neslin insanlarını (özellikle de anneleri) hatırlamaya çalışıp delirirken izleyebileceğimizi bile keşfettik arada. (Bizim nesilden kimse benim neye delirdiğimi, kimden bahsettiğimi anlamadı yalnız - ilgimi çekmedi değil.) Neyse sonunda Özge'nin cinliği sağolsun justcurious'a sorduk, bulduk.

You Never Give Me Your Money şarkısı(nın girişi) bir filmin sonunda kullanılmıyor muydu? Adamımın adını buldum ama bu çağrışımın kaynağını bir türlü bulamıyorum. Sanki bir Dudley Moore filmi...

4 Yorum:

01 Mart, 2006 20:08

justcurio.us ilk defa geyik dısında bir işe yaradı : ) Cevabı veren arkadaşı alnından öpmek gerekirdi.

diyor Blogger Ozge...  
02 Mart, 2006 09:13

Şimdi itiraf edeyim Dudley Moore hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum, ama Muppet Show'un bir bölümünde izledim kendisini, bir de Peter Cook isimli müthiş komik bir amcamla "Not Only... But Also" isimli bir komedi şovu vardı, BBC komedisine daldığım zamanlarda bunlarla karşılaşmıştım. Neyse, diyeceğim şu aslında, Dudley Moore benim zihnimde Beatles'a iki-üç uçtan dokunuyor, birincisi o Muppet Show bölümü (bir "She Loves You" vardı sanki de, ah o DVD yanımda olsa), ikincisi John Lennon'ın Peter ve Dudley'nin şovuna konuk olması, üçüncüsü de yapımcımız George Martin (Peter ve Dudley'nin bazı komedi kayıtlarının da yapımcısı).

Yardımcı olmadı biliyorum, ama ordan burdan bağlantı okyanusu açalım dedik, verimli bir gecemiz bu gece.

diyor Blogger Mine...  
02 Mart, 2006 09:26

Sen de Dudley Moore gibi alakasız bir ad söyleyip çıldırttın beni gece gece. Yine 60'ların BBC şovlarını hiçbir zaman izleyemeyeceğime hayıflanırken ve bir sürü komedyeni ve onların günışığına çıkmayacak kayıtlarını özlerken buldum kendimi.

Hah, beraber çıldıralım bakalım.

diyor Blogger Mine...  
03 Mart, 2006 07:48

Yoo yardımcı oldu. Artık iki katı deliriyorum. :)

Neyse bakalım zaten indirmeye başlamıştım adamımıza dair bulduğum bütün ses dosyalarını.Gerçi deliriyorum da aslında bulamayacağım ve emin olamayacağım gerçeğine deliriyorum.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

20 Şubat 2006 Pazartesi

Yet

Yetki sahibi olma yeterliği olmayanların kararlarına tabi olmak - sabır nedir öğrenirken fena oldum fillah oldum... Yoruldum.

MNSKYM!

1 Yorum:

21 Şubat, 2006 10:31

İnsanlar abuse edebilecek yetki buldular mı iki dakika durup düşünmüyorlar abuse etmek için. Hatta hakkı olarak gören dallamalar bile var.
Güce açız, eline az bişi geçen bile suyunu çıkartıyor.

diyor Blogger orkan...  

<< Anasayfa

18 Şubat 2006 Cumartesi

İçiçiçe

Yine müzik arşivimde bilgileri ve dosya adlarını düzenlemek üzere bir gezintiye çıktım bugün - 4-5 albümle yetindim sadece. Yine yine farkettim: Yeni zamanların müziği artık iç içe girdi - her şarkının içinden bilindik bir şeyler çıkıyor. Yine de alışamıyorum. Mahavishnu Orchestra'ya da el attım bugün - Inner Worlds albümünden Planetary Citizen şarkısına geldiğimde ise irkildim. Arada söylemeden geçemeyeceğim, şarkı iyi, gerçekten iyi - bir kutlama havası var, insan kaptırıyor kendini. Ama irkildim işte - öyle bir irkilme, öyle bir huzursuzluk ki sanki siyah elbisemle gri sokaklarda yalnızlığımı sorgulama yürüyüşüne çıkmışım...
"Heeay hey hey heyy..."
Unfinished Sympathy'nin o etkileyici havasının arasında zıt yönde giden tren gibi geçiveren karakteristik "hey"ler aslında Planetary Citizen'dan alınma (hatta tam olarak söylüyorum - 50-53. saniyeler arası) birer "sample" imiş. Hoşuma gitti gitmesine aslında ama şaşkınım hala. Gerçi Madonnacığım ABBA üzerine şarkı yaptığına, Crazy Frog da "Pink Panther"ı yorumladığına göre artık her şey mümkün.

Are you ready to be a planetary citizen? (Hmf.)

2 Yorum:

22 Şubat, 2006 04:29

"Zıt yönde giden tren gibi geçiverme"ye bayıldım, aynı tanımı bu şarkı için değil de, Strawberry Fields Forever'ın çıkış müziği için yapardım ben.

Bir de kocaman bir resim yapmak istiyorum be İpek'im, kutucuklar içine şarkıları yazacaksın ve oklarla birbirine bağlayacaksın, hangisi hangisine gönderme yapıyor, hangisiyle ne yönden alakalı, falan filan. Böyle bir "şarkı referansları" veritabanı oluşturma hayalim var uzun zamandır, tam senin üstüne yıkılacak bir projeymiş, hadi yap.

diyor Blogger Mine...  
22 Şubat, 2006 16:57

Yapalım yavrum. Ben bayılırım böyle bir şeye, atlarım hevesle. Yalnız hani insan öğrendikçe aslında ne kadar az bildiğinin farkına varıyor ya... Harika bir "bitmeyen proje" olur bundan. Başlayayım.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

Çeviri

Çeviri, kitapların ruhundan çok şey koparıp götürüyor. Sözcük oyunları, göndermeler gidiyor elden. Neyse, güne Beatles'la başladım (keyifler yerinde) da oradan aklıma Nick Hornby'nin "İyi de Nasıl?" (How to be Good) kitabı geldi. Hikaye, olanlar - diğer kitaplarıyla karşılaştırınca sadece sönüktü. (Zaten daha çok "anlatım tarzı adamı" yazarımız - en azından Mine öyle olduğunu söyledi, ben hep çeviri okudum.) Yalnız sonlara doğru okuduğum bir cümle, çeviri ile kitap arasındaki boşluğu hissettirdi:
"Bütün yalnız insanlar... En azından bu yalnız insanların nerede doğduğunu biliyoruz: Surrey'de."
Kim bilir kaç tane sevilesi ayrıntı daha vardı. (Bu düşünce yine de kitabı sevmemi sağlamadı elbet.) Kulaklarımıza takabileceğimiz Babil balıkları olmadığına göre anlam kaybı olmadan dilleri yakalama şansımız da yok. Çeviri de bir ruh emici olarak sonsuza dek mutlu yaşayacak. Orijinal dilini bildiği halde çeviri okuyan top olsun öyleyse.

5 Yorum:

18 Şubat, 2006 19:19

seni gidi cintoş. bunun ne olduğunu yazmayıp bilmece sormuşsun. Bunun E.R olduğunu bilmeyecekler mi:D

diyor Blogger divadeiwob...  
18 Şubat, 2006 23:46

Hih hih bakıyorum da kopya veriyorsun. Sen de az cin değilsin :)

diyor Blogger İpek...  
20 Şubat, 2006 19:51

ben bildim, ben bildim!

diyor Blogger Cem...  
20 Şubat, 2006 21:52

Ooo, topluca cin olmuşuz :)

diyor Blogger İpek...  
21 Şubat, 2006 00:53

Ben en cininizim.

Nick Hornby'i pek bilmesem de, bu kitabın sırtını fazlaca popüler kültür göndermelerine ve "İngilizliğe" dayadığını düşünmüştüm, çeviride onlar da gidiyormuş demek ki.

diyor Blogger Mine...  

<< Anasayfa

17 Şubat 2006 Cuma

Güvenlik

Pazar günü lerden'in doğum günü münasebetiyle İstanbul Modern'deydik. Resim sergisini gezdikten sonra içerideki lokantada öğlen yemeğine oturduk. Alt kattaki İlhan Koman ve Mehmet Aksoy babalardan habersiz olduğumuzdan bu faslı biraz fazla uzatmışız. Farkedip de gezmeye başladığımızda az zaman kalmıştı... Ve derken kapanma saati geldi.

Çıkmadan önce her eseri görebilmek için (neyse ki alt kattaki sergi alanı oldukça küçüktü) acele etmeye başladık biz de. Bekçilerden biri ise bu aceleden rahatsız olmuş, "kapattık kardeşim" dercesine yürüdü üzerimize. Lerden ve güvenlik arasında geçen 1-2 dize nazik atışmadan sonra bir "altta kalamam" savaşı başladı (tabi orada hangisine daha çok sinir oldum bilemiyorum, en azından lerden makul bir şeyler söylüyordu da bekçi höböjöpleyen taraftı.) Peşimizde bir güvenlikçi ile sinir harbi bir yandan, yine de çoğu parçayı görme fırsatını kaçırmadık. Tabi İ.M.'yi huzurluca terk ettiğimizi söyleyemem, bizi kapıya kadar geçirdi sağolsun ev sahibi güvenlik. Çıkarken de arkamızdan bi "sie" demediği kaldı (ki eminim iç dünyasında bol "e"li bir şekilde dile getirmiştir yine de).

0 Yorum:

<< Anasayfa

16 Şubat 2006 Perşembe

Küçük işler

Verilmekte olan bir hizmetin incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle sonlandırılması konusunda ancak "ayıp" diyebiliyorum - ama oluyor işte böyle şeyler.
- Ben "add-drop" yapacaktım da formlar nerede?
- İnternetten yapacaksınız, form yok. (Bu arada kadın beni sadece başından atmak için demiş bunu, sonradan gittim aldım, elimde form.)
- İyi de ben zorunlu derslerden birini düşürecektim, onu netten yapamıyoruz.
- Zorunlu dersleri drop edemiyorsunuz.
- Daha geçen dönem yapmıştım ama.
- Evet ama bu dönem kaldırıldı. Herkes düşürüp kendince ders alıyor, saatler karışıyor, uğraşamıyoruz.
- ...
Bir de son günlerde sevgili gmail'ıma okuldan posta gelmiyordu - bense durumu önemsemiyordum tatil olduğu için. Dün Efe'yle konuştuğumda öğrendim ki okula ait mail adreslerinden yönlendirmeleri kaldırmışlar. Efe ilgili departmana bu konuya dair bir mail attı ve cevap:
"ims te bulunan mail forward sistemi gecici olarak kapatilmistir. ozellikle tatil donemlerinde pek cok kisinin bu servisi kullanarak maillerini disaridaki servislere yonlendirmeleri cok fazla teknik soruna neden olmaktadir.ozellikle mail gruplarina uye olan kisilerin bu tip bir yonlendirme yapmalari maillerin loop olmasina neden olmaktadir. CIT bu servisin devamliligini garanti etmemektedir. Maillerinizi ims web arayuzu veya outlook ve benzeri mail clientlariyla okumanizi oneriyoruz.

iyi calismalar"
Tavsiyeleriniz ve üslubunuz için teşekkürler. Ayrıca böyle bir kararı önceden bildirme zahmetinde bulunmadığınız için sizleri özel olarak tebrik ediyorum.

Yine de bir sürü iddiası olan bir okul (hele ki her dönem yüksek miktarlarda para alıyorsa) kendi içinde bolca teknoloji ve olanak gösterisi yaparken daha önce verdiği hizmetleri "zor oluyor" gibi açıklamalarla kaldırmaya nasıl utanmaz? (Gerçi açıklamaları öğrenmek için sormak gerekiyor elbet.) Anlayamıyorum.

1 Yorum:

17 Şubat, 2006 11:38

Burada aslında sorun olan teknolojinin yetersizliği yüzünden oluşan karışıklıklar falan değil. CIT'deki adamlarınızın aslında yeteri kadar bilgiye sahip olmaması. Okulunuz koskoca Koç Sistem gibi bir ekol dururken CIT midir nedir o birime dışardan eleman almak gibi bir hataya düşüyor hep, içerden tanıdıklarım sayesinde bilebiliyorum bunu. Parmak hesabını zorlayıp toplasan 5000 den daha fazla kullanıcısı olmayan bir sistemdekilerin mail forward yapması kime ne yük bindirecek allah için? İstanbul Üniversitesi gibi 70 binden fazla öğrencisi olan ve teknolojinin 0.69 mikron yakınından geçemeyen bir devlet üniversitesinin sistemi bile kaldırıyorsa bunu Koç'un sistemi hayli hayli kaldırır. Yok efendim grup mailleri loopa giriyormuşmuş da yok efendim sisteme yük bindiriyormuşmuş de içinden çıkılmıyormuşmuş da.
Doğru dürüst konfigüre edemezsen mail sunucusunu tabii içinden çıkamazsın.
Salak.

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa

12 Şubat 2006 Pazar

Blog Alemi

Sözlük bitti, yeni nesil bloglarda diyorduk. Diyorduk da uyuyormuşuz. Sözlük çoktan başlamış ortamlara akmaya.

8 Yorum:

12 Şubat, 2006 23:33

Nedir olay?

diyor Blogger orkan...  
13 Şubat, 2006 09:48

Haha sözlük deyince nasıl da meraklanırmış :)

diyor Blogger İpek...  
13 Şubat, 2006 10:12

Ehehe tabii ki algıda seçiyorum ister istemez artık :)

diyor Blogger orkan...  
14 Şubat, 2006 09:43

Bir şeyler mi kaçırdık?! Nedir? Kopmuşuz olaydan iyice.

diyor Blogger Ozge...  
17 Şubat, 2006 13:54

ipek hanım,blogumuza link vermiş olmanız..ne büyük incelik, güsellik ;)

http://themodernway.blogspot.com

diyor Blogger nóiway...  
19 Şubat, 2006 00:01

http://www.tahinpekmez.org/ diye bir olay var - toplu sözlükçü akımı :).
Ama elbet bu tek değil - çok çok yazar var adından ve tarzından hemen yakalıyor insan. Siz hiç denk gelmediniz mi?

Eh ruhumuzun indieye de ihtiyacı var Jhengie bey.

diyor Blogger İpek...  
03 Nisan, 2006 21:53

bu google şahane bir olay, tahinpekmez diye aratıyorsun, bakıyosun başka bloglarda reklam yapılmış, aha şurda deyiveriyor:)

gecikmiş de olsa, bir teşekkürü borç bilirim efem, sağolun varolun.. sanırım ekşi sözlükte tanışamamıştık, tanıştıksa da şu an hatırlayamadım, amma gönül ister ki sizi de alalım tahinpekmez.org çatısına.. eğer siz de isterseniz, frackman@gmail.com adresine atacağınız bir maile hemen bir invite yollayıvereyim, hemen çözüverelim:))

iş bu comment, şubat ayında açılmış "blog alemi" adlı postun altına yazılmıştır.. muhakkak ki blogger notifay eder, fakat eski postlara comment geldi mi araması keyifli ama zor bir uğraş oluyor, kendimden biliyorum, çok uğraştırmak istemedim:)

sevgiler

freko

diyor Blogger Frackman Revolutions...  
04 Nisan, 2006 01:18

Teşekkür ederim freko bey, ben iyiyim böyle şimdilik. Kendi alemimden dünyaya selam edip takılıyorum.

Zaten sözlükten uzaklaşalı çok oluyor. Tanışmışızdır belki ama uzun zaman geçmiştir üzerinden.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

It happened today

"Hayatımda x'i değiştirmek istiyorum."dan öte bir de "Hayatımda x'i değiştirmeye karar verdim." var. Bir anda farkına varmış da o anda aldığı kararı büttüüün hayatına uygulayacak. İşler pek öyle yürümüyor. Farkına varmanın mutluluğu üzerine kendini alıştırma katını çıkmak gerekiyor. Bu süreci atlayanlar kararını unutuyor, yılıyor, hevesleri kalmıyor sonra. Oysa değişim ne kadar kökten ise hazırlık da o kadar derinden kazılmalı, adımlar atlanmamalı. (Boğa kuzey ay düğümü konuşuyor.)
Biliyoruz da konuşuyoruz.

0 Yorum:

<< Anasayfa

10 Şubat 2006 Cuma

Gece/Gündüz

Sigarayı bırakmaya niyetlenmiş bir gencin en büyük sabotajcısı "İçki masasında ne yapacağım?" ise uyku düzeni arayışınınki de "Peki ya gece keyfi?"dir herhalde.

Her gece sanki günün çok gerisinde kalmışım gibi hissettiğim için yatmaya direniyorum - uykum gelsin, gelmesin. Kaçırdıklarıma yetişeyim istiyorum. Bekliyorum o sabahını kaçırdığım günün "gece keyfi" anları gelsin diye. Oysa zaman kaybı çoğunlukla. Gece muhabbetleri, verimli çalışmalar ya da sakin düşünmeler yaşanmıyor öyle her gece. Sigara üstüne sigara derken gece huzuru dönüyor gece yalnızlığına. Daha da kötüsü hiçbir şey getirmeyen günü kapatmak yerine civ4'e atıyorum elimi - ve bir sonraki gün de kayboluyor orada.

Niyetlendim yine uyku düzenine. Her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmak rutin değil - öte bir zevk aslında. Günün saatlerini, dakikalarını, anlarını en verimli kullanma yöntemi. Uykunun beklenmedik istilaları olmayınca insan biliyor yaşam alanını - neresini kullanmak istiyorsa orayı doldurabiliyor, kayıpsız. Güne başlamak havanın aydınlanmasını izleme fırsatını yakalayınca daha bir güzel - "ellerimde büyüdü" diyebiliyorum o gün için. (Hım.) Hem de uyku kendi haber veriyor günün bittiğini - dolu yaşanmış bir günün ardından rahatça kabul ediliyor bu bitirme zili.

"Dolu dolu yaşamak"ın arasında bir yerlerde "düzen"e de yer olsa gerek. Zaten sporcu ya da Alman olmadıkça uykusuzluk kaçamaklarına yasak getirmiyor bu düzen.

0 Yorum:

<< Anasayfa

9 Şubat 2006 Perşembe

for no one

Dinlerken bir parçası olunmadan izlenecek şarkılar var. Bir yerde bu sakin hüzünle bir şarkı olarak karşılaşmak - o adam/kadın olmadan onları yaşayabilmek...

0 Yorum:

<< Anasayfa

8 Şubat 2006 Çarşamba

Dağ Yolları

... kapanır her kar yağdığında.

0 Yorum:

<< Anasayfa

4 Şubat 2006 Cumartesi

Hediye

Ben hediyenin zeki, içten ve kullanışlı olanını severim. Hatta hediye olarak düşünülmüş olması bile gerekmez - ki son aldığım hediye de düşünülmemişti zaten - ben aradığım özellikleri tam olarak tanımlayamasam da onları bulduktan sonra o şey hediyedir. Evren'in internetten yolladığı dosya da böyle bir şeydi. Açtım ve neymiş diye bir baktım - NOTALAR! Bahane arıyordum zaten piyanomun başına geçmek için. Özlemişim akortsuz keratayı.

1 Yorum:

18 Mart, 2006 08:57

hic piyanocalan arkadasim olmadi.
ben de calamadim bir turlu...

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

1 Şubat 2006 Çarşamba

Keyif Sigarası

Sigarayı bıraktığım dönemde anladım ki "keyif sigarası" denen şey hiç de keyiften yakılmıyor aslında. Adı keyif sigarası çünkü her şey o an keyif için hazırlanmış ya da bir iş bitmiş - her ne olduysa artık ama "keyif" ile "sigara" arasında aslında bağlantı yok işte. Saçları saatlerce tarayıp şekle soktuktan sonra bozulur diye huzursuz olup jöle sürmek gibi bir şey sadece.

0 Yorum:

<< Anasayfa

30 Ocak 2006 Pazartesi

Fermuar

Erkeklerin çoğu, arada sırada da olsa, tuvalet çıkışlarında fermuarını açık unutuyor. Sonra da (ya bir farketme anı üzerine ya da birinin göstermesiyle) mini bir muhabbet dönüyor ve sinik bir fermuar kapama anı yaşanıyor. Neyse ki bu anları ayakkabının altındaki etiket (Coupling'den öğrendiğim kadarıyla bir günahmış) ya da bardağa bulaşan ruj mağduru kadınlar yaşamıyor. Yaşamıyor tamam da yalnız kadınlar da bazen fermuarını çekmeyi unutabiliyor. Neden kimse söyleyemiyor?

1 Yorum:

30 Ocak, 2006 18:42

ya ben bi kere bu gaflete düşüp etek fermuarı açık bir kızı uyarmıştım, hayatımdaki en utanç verici durumlardan biriydi bu. sebebi yok tabi, ne yaptım ki... ama evrimle ilişkili bir şey olsa gerek. sanırım ben kız yüzünden değil de bana çok kötü bakan erkek arkadaşlarım yüzünden utanmıştım

diyor Blogger divadeiwob...  

<< Anasayfa

29 Ocak 2006 Pazar

Kayıt

Bir şeylere takılıp düşünmeye başladıktan sonra çeşitli evrelerden geçiyorum. Önce ayağıma bir şey takılıyor ve oturup kazıya girişiyorum. İşe yarar şeyler buldum mu da kazmayı küreği bırakıp kalkıyorum ayağa, temelimi atıp planları çiziyorum ve yürüdükçe yürürken arada katlar çıkmaya (ve duruma göre bazılarını yıkmaya) başlıyorum. Son olarak da kafamda oluşan yapıya sağından, solundan, tepeden iyice bakıp oturttuktan sonra ara veriyorum. Böylece bir başka ruh haline geçtiğimde o zaman da bana uyarsa sağlamlığından emin, huzurla devam ediyorum yoluma. [Herhangi bi konu üzerine bir kez düşünüp doğruluğundan emin olduğum onlarca şey söyleyebilirim. İki gün sonra sözlerimin saçmalığında boğulabilirim. Söylediklerimden kendim bir şeyler farkedip mutlu da olabilirim. İki farklı İpek'e aynı soruyu sor - cevap aynı ise "Benim için doğru olan nedir?" testini geçti demektir. (Bunu şimdi ilk kez mi düşünüyorum yoksa?)] Mis...

... değil! Ne zaman böyle ayağa kalkıp dolanmaya başlasam içimde milyon şey uçuşmaya başlıyor, coşuyor coşuyor - harika! Amaaa gel gelelim oturuyorum ve "İşte bu!" dediğim şeyin resmini bir çizeyim derken... Ahh... Daha geçen gün ayaktayken vardığım gökdelenimde mutluluktan uçuyordum ki... Unuttum. Son yarım saati, oturduğum anda düşündüğüm konunun ne olduğuna kadar her şeyi, her sözcüğü unuttum.

Defter tutma alışkanlığımı bıraktığımdan beri böyle yarım kalıyorum.

Yazı: Yeniden defter tutayım dedim. Hem daha yazarken farkedebiliyor insan bir önceki cümleyle nasıl da çeliştiğini. Ama hem yavaşlatıcı oluyor, hem de yürümeliyim ben. İkinci düşünce: Yavaşlatıcı olmasın diye ara ara masaya uğrayıp kısa kısa notlar alabilirim. The Beatles antolojisinde anlatıyor sevgili Paul: Bir gün (kafası iyiyken) bulmuş hayatın, evrenin, her şeyin özünü; bitirmiş olayı. Hemen almış kağıdı kalemi eline ve yazmış bulgularını kaydetmek adına. Sonraki sabaha hiçbir şeyi hatırlayamadığından heyecanla açıp bakmış ne yazdığına: "There are seven levels." Sadece bu. Benim bu yöntemlere başvururken derdim neydi peki? Hafıza. Bu da olmadı.

Konuşma: Bunu önceden düşünmüş müydüm hatırlamıyorum ama Özge bir ses kaydedici almamı tavsiye etti. İyi fikir. Hem güzel güzel dolanırım odamın içinde, hem dinlediğim müzik ve sesimden ruh halimi de anlarım ikinci bakışta. Yine yavaşlama sorunu kalıyor geriye. Düşünürken cümlelerin tamamlanmasına ihtiyaç duymadan 5 basamak birden atlayabilirken konuşmada birer birer ilerlemek gerekiyor. Bu durumda bir karar vermem gerek: Uçmak ve unutmak mı yoksa alçaktan kayıt mı?

1 Yorum:

30 Ocak, 2006 20:32

Ben de bir gece sanatı çözmüştüm. Çözdüğümü hatırlamak için de oturup "sanat için sanat" diye not almıştım. Artık bırak neyi çözdüğümü, sanatın çözülecek neresi olduğunu bile hatırlamıyorum.

Bazı düşüncelere gözü yaşlı veda etmek zorunda kalıyorsun böyle, n'apalım. Kayıt hastalığına tutulursan, çok çok yavaşlayabilirsin.

diyor Blogger Mine...  

<< Anasayfa

25 Ocak 2006 Çarşamba

Pazar

Bi okul/iş zamanı arasına sıkışan pazar günleri vardır: Hiçbir keyfin dibine kadar gidilemez, hep bi yandan tembellik diğer yandan huzursuzlukla geçer, yarım kalmış bir gün olarak biter. Bi de tatil içi pazarları vardır: Günün keyfi başından sonuna kadar yaşanır, haftasonunun geçici olmadığını bilerek tadına varılır bütün pazar alışkanlıklarının. Geçen pazar da benim için öyleydi, üstelik hala geçmedi. Bilgisayarın sağ alt köşesine baktığımda "Çarşamba" yazıyor olmasının benim için tek anlamı bugünün pazarın 4. günü olduğu.

Dinlenmek için zamanın durmasını beklemem boşuna değilmiş diye seviniyorum ben de. Kar aşıklarından değilim (hava durumu=ruh durumu ilişkisine karşı koyamıyor olsam da yine de o "romantizm" yok işte) ama iklimin bu döneme denk getirdiği mahsur kalma hissi ne güzel şeymiş. Kar ile birlikte durdu zaman, gördüğüm kadarıyla herkes aynı anda kapattı makineyi - rahatız... Finaller ve bir sürü iş ertelendi, bekleyen kitaplar oyunlar ele alındı. (Çalışanlar için üzüldüğümü elbet belirtmek isterim bu noktada.) Evden çıkmadan 3 gün daha pazar keyfi yapıyoruz; o kadar uzun, o kadar sıradan, o kadar sıcak, o kadar dinlendirici ki...

Tatil sözcüğüne zaman kısıtlaması ve duruma göre bir çok anlam yükleyebilir, planlar yapabilirim. Ama şu beklenmeden gelen "bitmeyen tasasız pazar günü" huzuru evde geçirmeyi en sevdiğim tatil şekli olsa gerek.

1 Yorum:

27 Ocak, 2006 14:46

Pazarın 5. gününde (dün) ancak farkettim ki - bu yaşam tarzının sürüldüğü en güzel örneği az kalsın kaçırıyormuşum. Harikalar Diyarı'nda da var böyle bir masa, çay saati davetlileri hep saatin 5'i gösterdiği bu masada çay içip dururlar. Geçmez zaman...

Bi de 1952 yapımı fantastik bir 'Alice in Wonderland' filmi var. Elbet bildiğimiz hikaye kısmı değil fantastik dediğim, porno ya da erotik demeye dilim varmadı - işte öyle fantastik.

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

22 Ocak 2006 Pazar

Dolandırılmak

Karşımda biri lafı dolandırınca çoğu zaman farkına varamıyorum. Sonradan anladığımda da dolandırılmış hissedip sinirleniyorum. Kızdığıma da üzülüyorum çünkü ben de bazen dolandırıyorum. Öyle zamanlar oluyor ki insan bilemiyor neyi nasıl söyleyeceğini.

1 Yorum:

22 Ocak, 2006 19:33

kizim sana soyledim gelinim sen anla insanlari bolunerek cogalmislar galiba bu aralar... benim de gozume batmaya baslamisti... kibar olmak icin kimsenin caba harcamadigi igneleyici yaslardan sonra insan ne tepki verecegini sasirip sonunda kendi kibarliginin kurbani (kurbanu yazdim ilk yanlislikla cok eglendim) olup "ahaha hayat nasil peki?" derken bulabiliyor kendini salak salak sacmaliyorum yine ne guzel! :D

diyor Blogger Ayça...  

<< Anasayfa

Sazan

(Arabayla dolaşmaya çıkmışız. Dışarıda bir sirk çadırı görüp merak ediyorum ve anneme soruyorum:)

- Bu çadırın direği yok mu?
- Hayır.
- Peki nasıl ayakta duruyor?
- Şişme çadır o.
- O nasıl oluyor?
- İçi havayla dolu işte.
- Nasıl yani? Kapısını açınca sönüyor mu???

0 Yorum:

<< Anasayfa

21 Ocak 2006 Cumartesi

Anam Babam

Herkesin aile yaşamı, anne ile babayı koyduğu yerler ve onlarla ilişkileri farklı. Zaten benim de birini pek gördüğüm yok. Yine de benimkilerden yola çıkarak çocuk sorumluluğuna bakışları konusunda bir farklılık buldum, özellikle halen ailesiyle yaşayanlar arasında çoğunluğun bu konuda bana katılacağını sanıyorum. (Yalnız belirtmeliyim ki anne-baba karşılaştırmalarından ve kendilerine uygun görülen rollerden aslında pek de hoşlanmam. Nereden çıkardım ben de bilmiyorum.) Bahsettiğim bunların korumacı/kısıtlayıcı tavırları değil. Fakat vardığım çıkarım ortada gerçekten bir sorun olduğu zamanlara dair:

Anneler götümüzü korur, babalar göt kurtarır.

1 Yorum:

21 Ocak, 2006 03:19

ipekçiim biliyorsun o Holly Ass ama :-)

diyor Blogger divadeiwob...  

<< Anasayfa

19 Ocak 2006 Perşembe

Önyargı

Önyargılı bir insanım - bunu derken gurur duymadığım açık ama çok da utanamıyorum. O kadar doğal ki insan yaptığı şeyin farkına varamıyor - tabi bu da aşmayı istememe engel olamıyor. Komik duvar önyargı, derin konu, "şu an"ıma göre değil. Yine de... İşte bir adımlık yaklaşım:

Giriş: "Evet dinledim, biliyorum. Ama Yeni Türkü pek sevmem doğrusu." Bunu derken öylesine eminim ki çok dinlediğimden ve vardığım yargının grubun bana hitap etmediği, hatta sevimsiz ve başarısız bulduğum oluşundan...

Gelişme:
- 1-2 şarkısı dışında pek de sevmem (Kötü bir grup).
- "Telli Telli"?
- Ha evet işte bi onu severim.
- "Bana bir masal anlat baba"?
- Ha evet bir de o var. Süper şarkı ama o kadar işte, 2 şarkı.
- "Çember"?
- Ha evet bir de o var...
- "Yağmurun elleri"?
- Ha doğru, o da güzel...
- "Maskeli Balo"?
- Aaa o da onlarındı değil mi? Bi de o var işte...
...

Sonuç: Hala var, içimde ve kulaklarımda duruyor o his - dinlerken baştan sona kaptırmama engel olan bi "tarz uzaklığı", bi renk uyuşmazlığı var aramızda - göz ardı edemeyeceğim derecede yadırgadığım. Ama en azından artık şöyle demeliyim: "Bazı şarkılarını gerçekten seviyorum." Böyle demeliyim çünkü gerçekten böyle.

Son durum: Oturdum, dinliyorum.

3 Yorum:

19 Ocak, 2006 09:59

Bu olayın biraz da unutmakla ilgili olduğunu düşünmekteyim (senin için değil sadece ama senin için de). Tarz uyuşmazlığı, solisti sevmemek vb. gibi bir sebepten "data" saklamak yerine unutuluyor. Akılda tek kalan o ekşi his olduğu için de bundan hareket ediliyor (gibi geliyor bana, yoksa ...).

diyor Blogger orkan...  
20 Ocak, 2006 19:57

"Önyargı" sözcüğü de hakkı yenilmiş sözcüklerden bence. Hakkı yenilmiş dediğim de şu: aslında çoğu insanda bal gibi de olan bir özellik, hatta yaşamamız için şart olan bir özellik, bir şekilde ahlağa aykırı bir şey olarak gösteriliyor, böylece utanç verici bir özellik olarak kabul görüyor--bundan böyle onu anlatan kelime olumsuz bir anlam barındırdığı için, aynı kavramı, "olumsuz" göstermeden anlatamıyorsun pek. Çıkıp da "ben önyargılıyım ulan!" deyince, insanları aslında kendini kötülemek gibi bir niyetin olmadığına ikna etmek zorlaşıyor.
Bir de "bencillik" sözcüğü var bu tür işte, daha da var da aklıma gelmiyor şimdi. Öptüm.

diyor Blogger Mine...  
21 Ocak, 2006 00:10

Yeni Türkü'nün dinleyici kitlesi yüzünden olduğunu düşünüyorum. Benim de aklıma asla etraflarında olmak istemediğim insanlar geliyor birileri tarafından bir kaset misali birkaç şey kaydedilmiş ve sonsuz döngüye alıp söyleyen bu şekilde konuşup beyin ütüleyen komünistler.
Bu ve bunun gibi şeyler yüzünden önyargı olarak adlandırıp sevemiyoruz bazı şeyleri.
Yeni Türkü de onlardan birisi. Kendileri yüzünden değil, onları benimseyip taşımaya çalışan boşluklar yüzünden beğenemiyoruz.

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa

18 Ocak 2006 Çarşamba

Sis (Dağ Havası II)

Ve bir sabah uyanıyorum ve pencerelerden dışarı bakıyorum o (benim gözümde) kocaman manzaraya ve hiçbir şey görünmüyor, beyaz. Sanki dünyanın bana (ya da "biz"e) ait kısmında yalnızmış ve korunuyormuşum gibi bir his. Şaşırtıcı bir şey değil artık bu görüntü bizim için, daha çok "yoğunlaştırıcı" bir görevi var. Bu evin manzaraya alışkın, görsel alanlarda genişleme meraklısı ruhuna karşı koyuyor. Kötü bir dönemde en yoğun haliyle yalnızlığın "içinde kalmış", en keyifli günlerimde her şey benim içinmiş ya da yanımda paylaşabildiğim biri varsa o gün yalnızca bizim hikayemizmiş gibi sis.

(Gece romantizmine yenik düştüm.)

0 Yorum:

<< Anasayfa

15 Ocak 2006 Pazar

Potion Magique

Obélix ile Müslüm Gürses'in çok büyük bir benzerlikleri olduğunu farkettim. (Hadi böyle olduğuna ben karar verdim diyeyim, ayıp olmasın.) Bu benzerlik de aynı kaderi paylaşıyor olmaları: Obélix nasıl küçükken iksir kazanına düştüyse bizimki de "bong" kazanına düşmüş galiba. Fazla dumana maruz kalmış.





(Not: Bu adamın halleri Fehmi'ye benziyor. Çok fena.)
(Not 2: Ayrıca Fehmi'nin de bozuntu da olsa bir marka oluşu ne garip...)

3 Yorum:

16 Ocak, 2006 19:42

Bildiğim kadarıyla Müslüm Gürses'in sinir sisteminden kaynaklanan bir arıza yüzünden çektiği acılardan kurtulmasının tek yolu morfin olduğundan adamın morfin ve muadili uyuşturucuları kullanması legal (sağlık bakanlığından bir izin hedehödösüne sahip).
Yani kova konusunda haklı olabilrisin.
Sınava çalışmam gerekirken hala internetteyim ya. Eşeğim ben eşek!

diyor Anonymous Adsız...  
18 Ocak, 2006 03:32

cok gereksiz aslinda
ne zaman "potion magique" lafi gecse asterix chez les bretons daki " magique potion" ve "romaine armeeyyy" laflari gelir aklima...

diyor Blogger Ayça...  
19 Ocak, 2006 10:06

Ben Müslüm Gürses'in bu izin belgesini şehir efsanesi diye bilmekteyim. Görene kadar da inanmam zaten :).

diyor Blogger orkan...  

<< Anasayfa

4 Ocak 2006 Çarşamba

Heves

Dün Beatles antolojisini izlerken bir anda "Lady Madonna"'nın melodisinin başka bir grup tarafından kullanılmış olduğunu farkettim. Uzun zamandır dinlememiştim Sublime'ın "What I Got" şarkısını ve dinleyince "(ç)alıntı" konusunda yanılmadığımı farkettim. Heyecan... Heyecan... Ama gel gör ki bunu kime söylediysem ya sadece "What I Got"ı ya da şarkıların ikisini de bilmiyor. Ben de kalan son heyecan kırıntılarımla şarkıları yolluyorum. Hatta konunun benzerlik olduğunu söylemeden önce yollamaya çalışıyorum ki yine de bir "farketme anı" yaşanabilsin ama aynı olmuyor işte. "Haa..."dan fazla bir cevap gelemiyor. Paylaşamadım yine, kalmadı heves heyecan.

Hevesin paylaşabildikçe artacağı fikrini savunmaya devam ediyorum yine de. Ama paylaşamayınca patlıyor.

Neyse, bugün netten iyice bir baktım da bu benzerlikten bahseden 1-2 şey okuyup rahatladım.

3 Yorum:

04 Ocak, 2006 18:12

Bu iki şarkıyı arka arkaya dinlesem bile farketmezdim. Dumur oldum kaldım şimdi. Çok acayip, farketmemiş olmamız.
Peki bu bir müzikal gönderme mi, kredisi verilmiş bir yeniden yorumlama mı, yoksa arak mı? Bir fikrin var mı?
Armonipolisi'nin, pop müzüğünde sevilen şarkıların zaten bilindik melodilerin tekrarlarından ibaret olduğunu söylediği bir yazısı vardı ki hangi başlıkta olduğunu filan unuttum.
Allah Allaaaah!

diyor Blogger Mine...  
04 Ocak, 2006 18:21

Heves patlamasını çok iyi anlıyorum.
Ya bahsettiğin konu, müzik yine. Bir bilen, bir ilgilenen çıkar eninde sonunda.
Bir de konu, yaşanılan anlar filan olunca, senden başka iki-üç kişinin şahit olduğu ama o iki-üç kişiyi kesinlikle heyecanlandırmayan ayrıntılar olunca, senin o heves fıs fıs fısslamıyor mu, ona yanıyorum ben.

diyor Blogger Mine...  
05 Ocak, 2006 01:24

İnternetten baktığım kadarıyla pek de kredisi (hakkı) verilmiş görünmüyor ama albüm yok işte. Kapağına bakmak gerek asıl.

(Not: Mine deli gibi istedim o sırada online olasın.)

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

2 Ocak 2006 Pazartesi

1998

Hayatımın en yoğun yaşadığım yılıydı 1998. Öyle yoğundu ki hala dinlediğim bir çok albüm o zaman yapıldı, her gün yeni bir şeyler izleyip/duyup/okuyup heyecanlanıyorduk. Mine'yle Alternative Nation'a verdiğimiz her gece en azından yeni bir müzisyen ya da albüm keşfediyorduk, defterler tutup hepsini not ediyorduk. Gerçekten de keşfedilecek çok şey vardı - ve durmadan yaratmaya devam ediyorlardı. Brit-pop uçuyordu, Velvet Goldmine da renkleriyle vurmuştu. Para yetiştirip "bunlara değer" diye bir sürü orijinal cd almam da, dial-up ile mp3'ler insin diye sabahlara kadar oturmam da... Evet, Mine'nin mutfağında donmuş kıymayı çözmeye çalışırken Manic Street Preachers'la tanışmam da 98'deydi.O zaman ilk dinlediğimde "ya bir tanıdıklığı var bu şarkının" demiştim, hala diyorum, her James'in sesini duyduğumda eski bir tanıdığım söylüyormuş gibi yakın hissediyorum.

Hala elimdeki albümleri gözden geçirirken (ve özellikle de şu bütün mp3'lerimi formatlama dönemimde) bütün o karmaşa içinde 98 albümlerini ayrı seviyorum. Var bir keramet. Müziksel gelişimimle kişisel gelişimimi hala eş tutmasam da biliyorum nasıl birlikte ilerlediklerini ve dönüp baktığımda 98'i yaşayadığım için mutlu oluyorum.

1 Yorum:

13 Ocak, 2006 03:33

her şeyi merak etmek, hep yeni şeyler öğrenip hep yeni insanlar tanımak.Ve hep bardağın boş tarafını görüp, ne kadar çok şey bilmiyorum diye üzülmek..
Kendini geliştirinleri gördükçe yüzümü bir gülümseme kaplıyor.Mutlu oluyorum, bana ne ki???

diyor Blogger herackles...  

<< Anasayfa

30 Aralık 2005 Cuma

İmparator

Kendimi Crowley destesinden İmparator kartına garip bir şekilde yakın buluyorum. (Dikkatimi çekmiş olmasında Koç burcu kartı olmasının elbette ki büyük payı olduğu ortada. Yine de başka bir şey var.) Kartı bütünüyle kendi kişiliğimle bütünleştirdiğim de yok zaten - küçücük bir parçası, küçücük bir parçama...
İmparator efendimiz her hareketiyle bütün kaslarına yüklenmiş ve sertliğini dayatıyor sanki. Özellikle o diğer bacağının üstünde sergilediği baldır kası yok mu... İşte tam orada kendimden bir parçayı, içimde diğer karakterlerim arasına gizlenmiş olan "katı ben"i apaçık görüyorum.

1 Yorum:

02 Ocak, 2006 12:43

o sensin! ben şahidim sen olduğuna :)

diyor Blogger divina...  

<< Anasayfa

29 Aralık 2005 Perşembe

Bilgisayar doktoru aranıyor

Çıldırıciyym. Canım zencim yavaşladı, hastalandı, ajanlar tarafından didik didik edildi, ediliyor. Ve ben bilgisayardan anlamıyorum (anlıyorum da bir yere kadar - o yer de "anlıyor, tamam" sınırını geçemiyor) ve programları da takip etmiyorum. Onun yerine soruyorum herkese "Anti-virüs ve anti-spy olarak ne kullanıyorsun?" Ama aklımı karıştıran bir şey var: Henüz sorduğum herhangi iki kişiden aynı cevabı alabilmiş değilim. Galiba ipini koparan anti-virüs programı icat ediyor.

Ben de aldım zencimi, o doktor senin bu doktor benim geziyorum. Az aramadık hastalığına doğru tanıyı koyabilecek bir doktor. Antivir, Clamwin, Kaspersky, AVG... Hepsi önce "Bi rontgenini çekelim bakalım" dediler. Sonra da "Yok bir şeysi, sadece ufak bir soğuk algınlığı. 2 günde geçer." deyip yolladılar. Ama çocuk öksürüyor, boğuluyor, saatlerce duvara bakıp hareketsiz kalıyor.

Ajan ajanları ise apayrı ve bambaşka bir kısırdöngü. Bunlara krekmiş jenaratörmüş yetişmiyor. "Free" görünce üzerine atlıyoruz, uyduruk şeyler çıkıyor. Denemek için indiriyorsun Spy Sweeper'ı, o da gösterip de vermeyenlerden (pardon, silmeyenlerden) çıkıyor. Olacak iş değil. Eskiden böyle değildi. Çok şey değişmiş.

Bir an için "Basıyorum parayı alıyorum Norton'u" dedim. (- ki kendisini de zamanında krek arama manyaklığında terk etmiştim.) Demez olaydım, adamların satın alma arabiriminde hatalar... Hatalar... Almıyorum kardeşim.

Ahh! Benim zencim bu hallere düşecek bilgisayar değildi.

1 Yorum:

31 Aralık, 2005 18:41

Ah o zencini ne doktorlar ne mühendisler istedi de vermedin, olacağı buydu sonra!

diyor Blogger Mine...  

<< Anasayfa

1 Aralık 2005 Perşembe

Mide-Göz Koordinasyonu

Rejim için ilk şarttır!

1 Yorum:

01 Aralık, 2005 20:51

hmmm. ayrıca eğitim de şart. mesela bir adet poğaça efendide bir günlük yağ gereksinimin tamamı bulunmaktaymış ya. yaaa.

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa

30 Kasım 2005 Çarşamba

Patlak

Son zamanlarda ne engelle karşılaşsam (okulu bunun dışında tutuyorum) ya da ne zaman birileriyle insanlar (psikolojik incelemeler) üzerine konuşsam hep ucundan bir yerinden konunun derinlerinde ego çıkıyor karşıma. Tabi artık iyice ego suyuna batmamdan mıdır nedir - ben de engel olamayıp konuyu getiriyorum oralara. Ama ne olursa olsun bir şekilde hayatımda engel haline gelmeye başladığı kesin - benimki, onunki, şununki, bununki - ama bir engel artık.

Yine son zamanlarda öyle sapıtıyorum, öyle bir patlıyor ki ara ara, hiç farkında olmadan kaçırıyorum ucunu - ("Harry Potter" tanımıyla) kurtadam oldum. Ay değil de egom şahlanınca kararıyor gözlerim, tam anlamıyla damarlarımdan "sinir" akmaya başlıyor. Tamam çok güçlü hissediyorum, ezerim yıkarım, "savulun! BEN!". Ama ayıldığımda "Ya git allaaaşkına!"dan fazlasına da varamıyorum.

Hani bir yandan da seviyorum egomu - böyle bir egoyu kullanmayı öğrenmek gerek. Ama patlaklardan engel fışkırıyor, koccamaaan duvarlar dikiyor kendi karşıma - bu konuda çalışmalara başlamaya karar verdim bakalım. Bakalım. Kemer sıkma politikası uygulayacağım kendime. Egomuzu biraz sıkıştıralım, daha doğrusu patlamalarını, bakalım durabilecek mi. Hatta komik bir şekilde kendime izin verdim (rejimde akşam yemeğinden önce tatlıya izin vermek gibi olacak bu da) - günde en f(g)azla 3 ego patlaması. Bu kadar. Bu kadar sınırlayabiliyorum ancak kendisini. Erken patlayan egomdan akşama hakkım kalmazsa aklım başıma gelsin bakalım. Bakalım. Komik oldu.

0 Yorum:

<< Anasayfa

17 Kasım 2005 Perşembe

"Genre"

Ön bilgi: Bütün albümlerimin, mp3'lerimin tüm bilgilerini yazıyorum "tag"larına - böylece dinlerken, araken ve ne dinleyeceğime karar verirken hem kolaylık oluyor hem de düzgün görünüyor. Hem mutlu oluyorum. Bütün özellikler gibi "genre" kısmı da çok önemli - özellikle de "ne dinleyeceğime karar verirken" aşamasında zorlandığım zamanlarda - öyle ya da böyle hissettiklerim bir müzik tarzına uygun olduğu ya da en azından yaklaştığı için aranacak alanı daraltmaya yarıyor. Başka güzellikleri de var: Tarza göre böldüğüm zaman "aaa doğru böyle bir şey de vardı" ya da "bunu bir deneyelim bakalım" deme olasılığım artıyor - yine mutlu oluyorum.

Yalnız iki gün önce Osmanlı Davulları albümünü düzelteyim dedim ve kafam karıştı. Bir türlü bulamadım hangi tarz olduğunu. Biri "traditional turkish music" dedi - sinmedi içime. Kısaca Türk müziği desem diye düşündüm - o da olmadı. "Allah! Allah! Allah!" diye savaşa giden bir ordunun ritmini yakıştıramadım. Sonra "world"... Dünya müziği - dünya üzerinde yapılan bütün müzikler için söylenebilirdi ama aslında "benim dışımdaki dünya" anlamında kullanılıyor. Oysa Osmanlı Davulları'na "world" diyebilmek için fazla "yakın" hissediyorum - onu da eledik. Her müzik kategorize edilemiyor galiba, en azından ben o kadar genişlememişim daha - "avant-garde", "industrial" ve "new age" de kurtarmadı bu sefer.

4 Yorum:

17 Kasım, 2005 17:04

o zaman bulalım ona bir genre ama zamana ihtiyacım var. duymadan bilmeden nasıl yapılacaksa artık o iş de.

neyse bu da ilk commentim olsun sana. saçma ama olsun :)

diyor Anonymous Adsız...  
22 Kasım, 2005 13:16

yeri geldi diye;
itunes cok guzel bir program. buradan minnetlerimi iletmek istiyorum.

diyor Blogger skoer...  
26 Kasım, 2005 17:06

valahi bana gönderdiğin kadarıyla ben bu müziğe "ohannesburger" diyorum.
böyle de bir janr oluşturuyorum.
nokta.

diyor Anonymous Adsız...  
15 Mart, 2006 23:39

ben hangi ara gelmisim de, buraya yorum girmisim de, zalambodont da bir sonra yorum girmis...
vay ki vay.

diyor Blogger skoer...  

<< Anasayfa

16 Kasım 2005 Çarşamba

Jack DeJohnette

Konserlere öyle ya da böyle beklentili gidiyorum - zaten beğenmediği bir müziğin/müzisyenin konserine kim gider ki... Bazı konserlerde müzisyenler çıkıyor, parasını aldığı konseri verip gidiyor - tabi bir de "ayıp olması bis'i" çalmayı ihmal etmiyorlar elbet. Ama öyle işte - geçip gidiyorlar. Bazıları var, adamlar gerçekten "iyi" müzik yapıyor ve "iyi" çalıyorlar canlı olarak da. "Tatmin edici". Bazen de öyle konserler oluyor ki sahnedekiler ne kadar iyi çalmak istediklerini göstermek için coşuyorlar. Alkış için çalsalar da çok mutlu oluyorum bana sundukları bu yetenekleri gördüğüme. ("deneyimlediğime" demek istiyorum aslında ama bi İngilizce kokusu aldım.)

Bir de dinleyicilerini dışarıda bırakmadan, sahnede müzik aracılığıyla bütünleşip eğlenen, kaptırıp gidenler var. Her konseri farklı karakterde olan müzisyenler - işte asıl onlara tapıyorum. Çok az denk geliyorum ama bana uzunca bir süre yetiyor aldığım keyif. İşte Jack DeJohnette konseri... Rapçilerde nasıl "kardeşlik" kavramı varsa cazcılar arasında da bildiğimiz "arkadaşlık" var - birçok yerde beraber çalmanın getirdiği bir birbirinin "cümle"lerini tamamlama güzelliğine sahipler. Jack Bey ve arkadaşları da böyle eğlendiler. Tam parçayı bitirecekken "son davul vuruşu" üzerine bir tane daha, bir tane daha, bir vuruş daha derken arkadaşlarının da katılımıyla yeni bir şeyler ortaya çıkardılar sürekli.

"Ben bunu seviyorum."

2 Yorum:

18 Kasım, 2005 17:17

"Tecrübe etmek". Türkçe'nin yetersiz kaldığı ve İngilizce'ye benzemek istediği durumlarda onu çekip çıkaracak bir Osmanlıca kelime vardır hep, kullanmayı tercih ediyorsan.
Veya birebir eşlemeden taviz verip:
"Tatmak".

diyor Blogger Mine...  
15 Ocak, 2006 05:57

Ya yine de "deneyimlemek", "tecrübe etmek"ten daha hoş geliyor gibi kulağa, hem zaten aynı anlamdalar. Asıl "yaşamak" olabilirdi belki ama "o kadar da değil."

diyor Blogger İpek...  

<< Anasayfa

12 Kasım 2005 Cumartesi

(zaman zaman)

"Kafam güzel"liğe araçsız, arabulucusuz geçiş yaptığım zamanlarda daha bir keyifli, daha bir keyfi, daha bir açık oluyorum - aslında her seferinde başka bir şeyler oluyor, başka başka düğümler çözülüyor. (Kafam ve ben, bedenim ve ben, egom ve ben, aklım ve ben, zekam ve ben, korkularım ve ben, cevherlerim ve ben, bir ben var benden öte... Asıl konumuz: Ben ve ben) Ara ara da alıyorum bütün karakterlerimi tek tek karşıma oturtuyorum bu zamanlarda. Sanki hepsi ben değilmişim gibi, ciğerini bildiğim bu adamlara dışarıdan bakarak seviyorum onları. (Kendini sevmekten farklı bir şey bu.)
Güzel kafamın şu anki favorileri de "aklı başında, keyfi yerinde İpek" ve "Dublör'ün Mitty'si". Birine "apla" diyecek yakın hissediyorum, diğerine sarılmak istiyorum.

0 Yorum:

<< Anasayfa

9 Kasım 2005 Çarşamba

Sigara

Bi rüya gördüm demin uyurken. Sigarayı hayatıma geri almak nasıl etkilemiş beni - şaşırdım. Her şey aile düzenimize çok uygun, çok gerçekçi - evimiz, bahçe, otopark, çevre farklı olsa da o kadarını rüyalığına veriyoruz. Rüya boyunca sürekli araba ve ev arasında gidip gelmem gerekiyordu. Dolaşmaya çıkıp eve dönmeler, yok arabada bir şeyler unutmalar, yok tam çıkarken evde bi şeyler unutmalar... Arada da sürekli kat seviyesinden alçakta duran bir asansöre binmek zorunda kalıyorum, her binişimde ve çıkışımda tökezliyorum. İşte rüyadaki hata: Sürekli sigara var ağzımda ama hiç yakma fırsatı bulamıyorum. Sigarayı ağzıma koyduğum anda hep bir şeyin kapısında oluyorum: Bir odaya, eve giriyor, asansöre biniyor, asansörden iniyor, apartmandan çıkıyor, arabanın kapısını açıyorum... Ve her defasında daha yakamadan sigarayı kapıya ya da tökezleyip duvara çarpıyorum. Kırılan sigaraların tütünleri ağzıma giriyor, tiksindiriyor, topak topak oluyorlar. İki saat bütün tütünleri çıkarana kadar uğraşıyorum ve kurtulduğum anda yeni bir sigarayı ağzıma koyuyorum ve yine bir şeyler çıkıyor ve yeni bir kapının önünde buluyorum kendimi... Bütün bir rüya boyu tütün tükürdüm. Kalktım bir sigara yaktım. Bir terslik var sanki...

2 Yorum:

10 Kasım, 2005 13:08

çok ayıp sigara içmek

diyor Blogger divadeiwob...  
18 Kasım, 2005 23:11

hıh...

diyor Blogger Mine...  

<< Anasayfa

7 Kasım 2005 Pazartesi

Ben

Deniyorum. Upuzuuuuun deniyorum. Uğraşıyorum. Güzel olacak biliyorum. Renkleri seviyorum.

2 Yorum:

07 Kasım, 2005 18:52

Deneme bir kii üçç...

diyor Blogger İpek...  
02 Mayıs, 2007 04:12

2 sene bırakıp yine içiyoruz sıkma canını geçer bu günler :) ama birde bakmışsın başucunda bir küllük ve zippo en yakın arkadaşın olmuş yine :)

Eda Suner
www.edasuner.com

diyor Anonymous Adsız...  

<< Anasayfa